Kültür
Modern Sanat Akımları; Günümüzün Gözde Akımları Neler?
Modern sanat, genelde 19. yüzyılın sonlarından başlayarak 20. yüzyılın ortalarına kadar olan dönemi kapsar. Modern sanat akımları içerisinde İzlenimcilik, Kübizm, Fütürizm, Dadaizm, Sürrealizm, Soyut Dışavurumculuk ve Pop Art gibi pek çok önemli akım yer alır.
Modern Sanat Hangi Akımla Başlar?
Modern sanatın genel anlamda sanat tarihi bakımından başlangıcı Rönesans olmuştur. Bu aşamada modern sanatta Rönesans sanatından başlamak suretiyle Maniyerizm gibi bir geçiş dönemi sonrası devam eden bir süreç mevcuttur.
Rönesans döneminden günümüze kadar gelen süreçte pek çok farklı sanat akımı döneme damgasını vurmuştur. Tabii ki de bu durum sadece resimde değil müzikte ve heykelde de görülmektedir. Barok dönem için yapılan heykeller ve resimler bir yana aynı zamanda müzik ile de ilişkili bir zıtlıkların birliği her zaman için söz konusu olmuştur. Edebiyat açısından da aynı şekilde dönemin zihniyeti ve sanat anlayışı konuya ve biçime yansımıştır. Günümüz içinde aynı durumdan söz etmek mümkün olacaktır.
Modern Sanat Akımları Nelerdir?
Günümüz için pek çok farklı akımdan söz ederken aynı dönemin içerisinde bir takım farklı zevklerin yer aldığını ve bunun bir çeşitlilik oluşturduğunu da yadsıyamayız. Modern sanat akımları ile ilgili olarak aşağıda yer alan akımları inceleyebilirsiniz.
- Post Empresyonizm
- Neo Empresyonizm
- Sembolizm
- Tonalizm
Günümüz sanat anlayışında geç izlenimcilik ve yeni izlenimcilik diye bir kavram yer almaktadır. Popüler sanat üzerinden çok kolay bir şekilde fark edebileceğimiz bu sanat anlayışları aynı zamanda sembolizm ve tonalizm ile de günümüz sanat eserlerinin ana eksenini oluşturmaktadır.
Modern Sanatın Özellikleri Nelerdir?
Modern sanatın özellikleri nelerdir? İlk başta gelenekselin dışında yani adı üzerinde modern bir sanat anlayışından söz edebiliriz. Modern sanat her zaman için amaç olmaktan çıkıp bir araç haline gelmiştir. Yani artık insanlar bir şeyler anlatmak için sanatı araç olarak kullanmaktadır.
Somuttan çok soyut kavramlara yer verilmektedir ve daha çok eleştirel bir bakış açısı ile bu sanat şekillenir.
Kültür
İrlanda’da Neden Hiç Yılan Yok?
İrlanda’da hiçbir zaman yılan bulunmadı. Peki neden? Hawaii, İzlanda, Yeni Zelanda, Grönland veya Antarktika’da yerli yılanların olmamasıyla aynı sebepten dolayı.
Bir zamanlar, İrlanda ana kara parçasına bağlıydı. Ancak o zamanlar dünyada buzul çağı hakimdi ve soğukkanlı sürüngenler için yaşanılabilir bir ortam yoktu. Son buzul çağı yaklaşık 10.000 yıl önce sona erdiğinde, buzullar eriyerek İrlanda ile komşuları arasına megatonlarca su doldurdu. (Şuan ki İrlanda Denizi)
Yaban domuzları, vaşaklar ve boz ayılar gibi diğer hayvanlar, karşıya geçmeyi başardı – tek bir sürüngen de geçti: yılanbakan kertenkele. Ancak yılanlar, fırsatlarını kaçırdı.
Ülkenin yılanlardan arınmış ünü, yılan sahiplenmesini bir statü sembolü haline getirdi. Ve birçok insan evde yılan beslemeye başladı. Büyük evcil yılanların kaçtığı birçok olay raporlanmıştır. Şu ana kadar, hiçbir tür doğada yerleşmeyi başaramadı – bu da kendi başına küçük bir mucizedir.
Kültür
İngiliz Hükümdarlarının Taç Giyme Törenleri
Taç giyme törenleri, İngiliz monarşisi için en önemli ve dikkat çeken ritüellerden biridir. Bu, İngiliz hükümdarlarının halka tanıtıldığı ve resmi olarak tahta çıktığı törendir. Bu ritüelin merkezinde, İki taç yer alır, ancak neden hükümdarın başına iki farklı taç konduğu her zaman açık olmamıştır. Bu gelenek, İngiltere’nin tarihinde taç giyme törenleri ve taç giyme geleneklerine derinlemesine bakarak anlaşılabilir.
İngiliz Monarşisi ve Taç Giyme Gelenekleri
İngiliz monarşisinin tarihinde taçlar, hükümdarın kutsal ve laik otoritesini simgeler. Bu iki yön, bir hükümdarın yetkisini tam anlamıyla temsil etmek için birbirinden ayrılmaz ve taçların sembolizmi içinde önemli bir rol oynar. Kral Edward’ın taçı ve Kraliçe’nin taçı olmak üzere iki taç kullanılır. İlk taç olan Kral Edward’ın taçı, kutsal otoriteyi temsil ederken, Kraliçe’nin taçı laik veya dünyevi otoriteyi temsil eder.
Taç Giyme Töreni ve İki Taç
Taç giyme töreni, genellikle Westminster Abbey’de gerçekleşir ve İngiltere’nin tarihinde taç giyme törenleri, bir dizi tarihsel ritüel ve sembolü içerir. Kral ya da Kraliçe önce Kutsal yağ ile meshedilir, sonra Kral Edward’ın sandalyesine oturur. Ardından Kral Edward’ın taçı hükümdarın başına konur, bu aşama monarşinin kutsal otoritesini sembolize eder. Daha sonra, bu taç çıkarılır ve yerine Kraliçe’nin taçı konulur. Bu, hükümdarın dünyevi otoritesini temsil eder. Bu şekilde, iki taç ritüeli, hükümdarın hem kutsal hem de laik otoritesini sembolize eder.
Kutsal ve Dünyevi Otorite: İki Taçın Sembolizmi
İki taçın kullanılmasının kökeni, İngiliz monarşisinin tarihi ve monarşinin simgelediği yetkiyi ikiye bölen bir gelenekle ilgilidir. Kral Edward’ın taçı ile Kral veya Kraliçe’nin kutsal otoritesi kabul edilir. Bu taç, özellikle Kral Edward’ın hükümet zamanına kadar izlenebilen, Kutsal yağ ile kutsanmış bir hükümdarı simgeler.
Buna karşılık, Kraliçe’nin taçı Kral veya Kraliçe’nin dünyevi, yani hükümet otoritesini sembolize eder. Bu taç, hükümdarın halk üzerindeki otoritesini ve monarşinin devletin yönetimindeki rolünü simgeler.
İki Taçın Tarihi
İki taç geleneği, İngiltere’nin taç giyme tarihi boyunca devam etmiştir. Kraliçe Victoria’nın taç giyme töreninden itibaren, iki taçın kullanıldığı belgelenmiştir. Bu gelenek, Kral George ve son olarak Kraliçe Elizabeth’in taç giyme törenlerinde de devam etmiştir. Her iki taç da Britanya’nın kraliyet mücevherleri arasında önemli bir yere sahiptir ve İngiliz hükümdarları için kutsal ve laik otoritenin bir simgesi olmuştur.
Öyleyse, İngiliz hükümdarlarının taç giyme törenlerinde iki taç takmalarının nedeni, onların kutsal ve laik otoritelerini temsil etmek ve bu iki yönü ayırt etmektir. Bu, İngiliz monarşisinin tarihinde taç giyme törenlerinin önemli bir parçası olmuştur ve bu geleneğin, İngiltere’nin tarihinde taç giyme törenlerini ve taç giyme geleneklerini anlamak için önemli bir yere sahip olduğunu gösterir.
İngiliz Hükümdarları ve İki Taç Geleneği |
---|
Hükümdarın İki Taç Takmasının Sembolizmi: İngiliz hükümdarlarının taç giyme törenlerinde iki taç takmaları, kutsal ve laik otoritelerini sembolize eder. Kral Edward’ın taçı kutsal otoriteyi, Kraliçe’nin taçı ise dünyevi otoriteyi temsil eder. Bu, İngiliz monarşisinin tarihinde taç giyme törenlerinin önemli bir parçasıdır ve İngiltere’nin tarihinde taç giyme törenlerini ve taç giyme geleneklerini anlamak için önemli bir yere sahiptir. |
Kültür
Pirus Zaferi: Stratejik Bir Zafer mi, Yoksa Sinsi Bir Yenilgi mi?
Pirus zaferi, yıkıcı büyüklükte kayıplar pahasına kazanılan bir zaferdir. Kazanılan zaferin verilen kayıplardan sonra anlamsız hale gelmesini ifade eder.
Antik Yunan tarihinde, Pirus Zaferi olarak bilinen olay, askeri taktikler ve stratejiler konusunda yoğun bir etki bıraktı. Bu zafer, MÖ 3. yüzyılda Epir Kralı Pirus’un İtalya’ya yönelik bir seferinde kazandığı önemli bir zaferdir. Pirus, Makedon ordusuyla İtalya’ya geçerek Roma Cumhuriyeti ile çatışmaya girdi. Bu çatışmalar, Pirus’un askeri dehasının ve yenilikçi taktiklerini tarih kitaplarına yazdırdı.
Pirus Zaferi, MÖ 280 yılında gerçekleşti. Roma Cumhuriyeti, dönemin en güçlü devletlerinden biriydi ve yükselişine hız kesmeden devam ediyordu. Pirus’un ordusuyla çatışmaya giren Roma ordusu, büyük bir meydan okuma ile karşılaştı. Pirus, savaşlarda savaş filleri gibi o dönemde nadir görülen askeri unsurları kullanarak rakiplerini şaşırttı.
Pirus, savaşlarda fil kullanma stratejisini ustalıkla uyguladı. Savaş fili, düşman hatlarını delmek ve panik yaratmak için kullanılan etkileyici bir silahtı. Bu taktik, Pirus’un zaferinde belirleyici bir faktör haline geldi. Bununla birlikte, Pirus Zaferi sadece savaş fillerine dayanmıyordu. Pirus, ordusunun disiplinini ve eğitimini de önemseyerek askeri gücünü artırdı. Ve Pirus savaşı kazandı.
Ancak, Pirus Zaferi, kazanılan savaşın sonuçlarına bakıldığında bir zafer olarak anılsa da, stratejik açıdan bir zafer olarak kabul edilemez. Pirus, Roma Cumhuriyeti’ne karşı savaşı kazansa da, yüksek kayıplar ve maliyetlerle karşılaştı. Bu durum, “Pirus zaferi” teriminin ortaya çıkmasına yol açtı.
Pirus’un savaştan sonraki şu sözü tarihe geçti:
“Bir daha böyle bir zafer kazanırsam, askersiz Epirus’a döneceğim.”