Connect with us

Kültür

Mülteci, Sığınmacı ve Göçmen Arasındaki Farklar Nelerdir?

Yayınlandı

on

Ülkemizin neredeyse son 11 yıldır değişmeyen gündemi ülkemize gelen yabancılar. 2011 yılında Suriye İç Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Türkiye’ye savaştan kaçan ilk mülteciler giriş yapmaya başladı. 252 kişilik ilk mülteci kafilesi ülkeye 29 Nisan 2011’de Hatay, Reyhanlı’da yer alan Cilvegözü sınır kapısından ülkemize giriş yaptı. Türkiye, bu tarihten itibaren Suriyelilere yönelik “açık kapı politikası” uygulayacağını ilan ederek 100.000 kişilik kontenjan olduğunu belirtmiş, ancak Suriye’den gelen göç dalgası beklentinin ötesinde gerçekleşmiştir.

Ülkemizde şuan resmi kayıtlara göre 4 milyon 990 bin 663 yabancı bulunmaktadır. Bu kişilerin neredeyse 3,5 milyonu Suriyelidir. Çoğu kaynak Suriyelerinin hepsini mülteci olarak sınıflandırıyor fakat bu yanlış.

Ülkemizin mevzuatlarında yer alan “mülteci” kavramı, tarafı olduğumuz Cenevre Sözleşmesine uygun olarak yapılmış olup, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 61. maddesinde; “Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında mülteci statüsü verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Yani mülteci olabilmek için Avrupa ülkesinden gelmiş olmanız gerekiyor kanuna göre. Fakat Avrupa coğrafyası dışında yer alan ülkelerden de hem Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 61. maddesinde ve hem de 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nde sayılan beş kritere göre zulüm görme riskiyle ülkemize gelen yabancıların hukuki durumunu düzenleyebilmek amacıyla Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 62. maddesinde bir başka uluslararası koruma türü olan “şartlı mülteci” kavramına yer verilmiştir.

Ayrıca; Mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma türleri bireysel niteliktedir bu sebeple ülkemize akın akın gelen Suriyeliler bu statülere sahip olamazlar.

Mülteci Nedir?

  • Mülteci, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) tarafından tanımlanan ve uluslararası hukuki bir statüye sahip olan kişidir.
  • Mülteci, vatanından veya ülkesinden zorunlu olarak ayrılmış, korku ve zulüm nedeniyle ırkı, dini, milliyeti, siyasi görüşleri veya sosyal grubu gibi belirli nedenlerle zulme uğrama tehlikesi altında olan kişidir.
  • Mülteciler, zulüm ve tehlike nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan ve başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan kişilerdir.
  • Mülteciler, uluslararası hukuka göre tanınan koruma haklarına sahiptirler.
  • Mülteciler, mülteci statüsünü tespit eden ve koruma sağlayan ülkelerde uluslararası koruma ve yerleşim hakkına sahip olabilirler.

Sığınmacı Nedir?

  • Sığınmacı, genellikle ulusal hukuk tarafından tanınan ve uluslararası koruma talebinde bulunan kişidir.
  • Sığınmacılar da mülteciler gibi vatanından veya ülkesinden zorunlu olarak ayrılmış ve zulme uğrama tehlikesi altında olan kişilerdir.
  • Sığınmacılar, zulüm ve tehlike nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan ve başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan kişilerdir.
  • Sığınmacılar, mülteci statüsünü resmi olarak almamış olsalar da, korunma ihtiyacı olduğunu kanıtlayan kişilerdir.
  • Sığınmacılar, sığınma talepleri değerlendirildikten sonra koruma sağlayan ülkelerde geçici veya kalıcı koruma ve yerleşim hakkına sahip olabilirler.

Göçmen Nedir?

  • Göçmen, bir ülkeden başka bir ülkeye gönüllü olarak yerleşmeyi seçen ve yaşamını bu yeni ülkede sürdürmeyi hedefleyen kişidir.
  • Göçmenler, genellikle ekonomik, sosyal, eğitim veya aile birleşimi gibi nedenlerle ülkelerini terk ederler.
  • Göçmenler, mülteci statüsüne sahip olmadıkları için mülteci haklarından farklı statü ve korumalara sahiptirler.
  • Göçmenler, gidecekleri ülkenin göçmenlik yasalarına uygun olarak vize veya izin alarak yerleşirler.

Okumaya Devam Et
Yorum yazmak için tıklayınız.

Yorum Yaz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kültür

İrlanda’da Neden Hiç Yılan Yok?

Yayınlandı

on

İrlanda'da neden yılan yok

İrlanda’da hiçbir zaman yılan bulunmadı. Peki neden? Hawaii, İzlanda, Yeni Zelanda, Grönland veya Antarktika’da yerli yılanların olmamasıyla aynı sebepten dolayı.

Bir zamanlar, İrlanda ana kara parçasına bağlıydı. Ancak o zamanlar dünyada buzul çağı hakimdi ve soğukkanlı sürüngenler için yaşanılabilir bir ortam yoktu. Son buzul çağı yaklaşık 10.000 yıl önce sona erdiğinde, buzullar eriyerek İrlanda ile komşuları arasına megatonlarca su doldurdu. (Şuan ki İrlanda Denizi)

Yaban domuzları, vaşaklar ve boz ayılar gibi diğer hayvanlar, karşıya geçmeyi başardı – tek bir sürüngen de geçti: yılanbakan kertenkele. Ancak yılanlar, fırsatlarını kaçırdı.

Ülkenin yılanlardan arınmış ünü, yılan sahiplenmesini bir statü sembolü haline getirdi. Ve birçok insan evde yılan beslemeye başladı. Büyük evcil yılanların kaçtığı birçok olay raporlanmıştır. Şu ana kadar, hiçbir tür doğada yerleşmeyi başaramadı – bu da kendi başına küçük bir mucizedir.

Okumaya Devam Et

Kültür

İngiliz Hükümdarlarının Taç Giyme Törenleri

Yayınlandı

on

İngiliz Hükümdarlarının Taç Giyme Törenleri

Taç giyme törenleri, İngiliz monarşisi için en önemli ve dikkat çeken ritüellerden biridir. Bu, İngiliz hükümdarlarının halka tanıtıldığı ve resmi olarak tahta çıktığı törendir. Bu ritüelin merkezinde, İki taç yer alır, ancak neden hükümdarın başına iki farklı taç konduğu her zaman açık olmamıştır. Bu gelenek, İngiltere’nin tarihinde taç giyme törenleri ve taç giyme geleneklerine derinlemesine bakarak anlaşılabilir.

İngiliz Monarşisi ve Taç Giyme Gelenekleri

İngiliz monarşisinin tarihinde taçlar, hükümdarın kutsal ve laik otoritesini simgeler. Bu iki yön, bir hükümdarın yetkisini tam anlamıyla temsil etmek için birbirinden ayrılmaz ve taçların sembolizmi içinde önemli bir rol oynar. Kral Edward’ın taçı ve Kraliçe’nin taçı olmak üzere iki taç kullanılır. İlk taç olan Kral Edward’ın taçı, kutsal otoriteyi temsil ederken, Kraliçe’nin taçı laik veya dünyevi otoriteyi temsil eder.

Taç Giyme Töreni ve İki Taç

Taç giyme töreni, genellikle Westminster Abbey’de gerçekleşir ve İngiltere’nin tarihinde taç giyme törenleri, bir dizi tarihsel ritüel ve sembolü içerir. Kral ya da Kraliçe önce Kutsal yağ ile meshedilir, sonra Kral Edward’ın sandalyesine oturur. Ardından Kral Edward’ın taçı hükümdarın başına konur, bu aşama monarşinin kutsal otoritesini sembolize eder. Daha sonra, bu taç çıkarılır ve yerine Kraliçe’nin taçı konulur. Bu, hükümdarın dünyevi otoritesini temsil eder. Bu şekilde, iki taç ritüeli, hükümdarın hem kutsal hem de laik otoritesini sembolize eder.

İngiliz Hükümdarlarının Taç Giyme Törenlerinde Neden 2 Tac Takarlar
İngiliz Hükümdarlarının Taç Giyme Törenlerinde Neden 2 Tac Takarlar

Kutsal ve Dünyevi Otorite: İki Taçın Sembolizmi

İki taçın kullanılmasının kökeni, İngiliz monarşisinin tarihi ve monarşinin simgelediği yetkiyi ikiye bölen bir gelenekle ilgilidir. Kral Edward’ın taçı ile Kral veya Kraliçe’nin kutsal otoritesi kabul edilir. Bu taç, özellikle Kral Edward’ın hükümet zamanına kadar izlenebilen, Kutsal yağ ile kutsanmış bir hükümdarı simgeler.

Buna karşılık, Kraliçe’nin taçı Kral veya Kraliçe’nin dünyevi, yani hükümet otoritesini sembolize eder. Bu taç, hükümdarın halk üzerindeki otoritesini ve monarşinin devletin yönetimindeki rolünü simgeler.

İki Taçın Tarihi

İki taç geleneği, İngiltere’nin taç giyme tarihi boyunca devam etmiştir. Kraliçe Victoria’nın taç giyme töreninden itibaren, iki taçın kullanıldığı belgelenmiştir. Bu gelenek, Kral George ve son olarak Kraliçe Elizabeth’in taç giyme törenlerinde de devam etmiştir. Her iki taç da Britanya’nın kraliyet mücevherleri arasında önemli bir yere sahiptir ve İngiliz hükümdarları için kutsal ve laik otoritenin bir simgesi olmuştur.

Öyleyse, İngiliz hükümdarlarının taç giyme törenlerinde iki taç takmalarının nedeni, onların kutsal ve laik otoritelerini temsil etmek ve bu iki yönü ayırt etmektir. Bu, İngiliz monarşisinin tarihinde taç giyme törenlerinin önemli bir parçası olmuştur ve bu geleneğin, İngiltere’nin tarihinde taç giyme törenlerini ve taç giyme geleneklerini anlamak için önemli bir yere sahip olduğunu gösterir.

İngiliz Hükümdarları ve İki Taç Geleneği
Hükümdarın İki Taç Takmasının Sembolizmi: İngiliz hükümdarlarının taç giyme törenlerinde iki taç takmaları, kutsal ve laik otoritelerini sembolize eder. Kral Edward’ın taçı kutsal otoriteyi, Kraliçe’nin taçı ise dünyevi otoriteyi temsil eder. Bu, İngiliz monarşisinin tarihinde taç giyme törenlerinin önemli bir parçasıdır ve İngiltere’nin tarihinde taç giyme törenlerini ve taç giyme geleneklerini anlamak için önemli bir yere sahiptir.
Okumaya Devam Et

Kültür

Pirus Zaferi: Stratejik Bir Zafer mi, Yoksa Sinsi Bir Yenilgi mi?

Yayınlandı

on

Pirus zaferi, yıkıcı büyüklükte kayıplar pahasına kazanılan bir zaferdir. Kazanılan zaferin verilen kayıplardan sonra anlamsız hale gelmesini ifade eder.

Antik Yunan tarihinde, Pirus Zaferi olarak bilinen olay, askeri taktikler ve stratejiler konusunda yoğun bir etki bıraktı. Bu zafer, MÖ 3. yüzyılda Epir Kralı Pirus’un İtalya’ya yönelik bir seferinde kazandığı önemli bir zaferdir. Pirus, Makedon ordusuyla İtalya’ya geçerek Roma Cumhuriyeti ile çatışmaya girdi. Bu çatışmalar, Pirus’un askeri dehasının ve yenilikçi taktiklerini tarih kitaplarına yazdırdı.

Pirus Zaferi, MÖ 280 yılında gerçekleşti. Roma Cumhuriyeti, dönemin en güçlü devletlerinden biriydi ve yükselişine hız kesmeden devam ediyordu. Pirus’un ordusuyla çatışmaya giren Roma ordusu, büyük bir meydan okuma ile karşılaştı. Pirus, savaşlarda savaş filleri gibi o dönemde nadir görülen askeri unsurları kullanarak rakiplerini şaşırttı.

Pirus, savaşlarda fil kullanma stratejisini ustalıkla uyguladı. Savaş fili, düşman hatlarını delmek ve panik yaratmak için kullanılan etkileyici bir silahtı. Bu taktik, Pirus’un zaferinde belirleyici bir faktör haline geldi. Bununla birlikte, Pirus Zaferi sadece savaş fillerine dayanmıyordu. Pirus, ordusunun disiplinini ve eğitimini de önemseyerek askeri gücünü artırdı. Ve Pirus savaşı kazandı.

Ancak, Pirus Zaferi, kazanılan savaşın sonuçlarına bakıldığında bir zafer olarak anılsa da, stratejik açıdan bir zafer olarak kabul edilemez. Pirus, Roma Cumhuriyeti’ne karşı savaşı kazansa da, yüksek kayıplar ve maliyetlerle karşılaştı. Bu durum, “Pirus zaferi” teriminin ortaya çıkmasına yol açtı.

Pirus’un savaştan sonraki şu sözü tarihe geçti:

“Bir daha böyle bir zafer kazanırsam, askersiz Epirus’a döneceğim.”

Okumaya Devam Et
Advertisement

Popüler İçerikler