Kültür
Uzun Süredir Yanlış Bildiğimiz Tarihi “Gerçekler”
İlkokuldan beri bize zafer kazananların tarihi yazdığını söylenir. Bu ifade kısmen doğru olabilir, ancak zafer kazananlar bazen ilginç efsaneler yayıyor ve bunlar daha sonra yaygın “gerçekler” haline geliyor. Paul Revere gerçekten sokaklarda dolaşarak kolonilere İngilizlerin geldiğini mi haber verdi? Pilgrimler gerçekten ilk Şükran Günü’nü mü kutladı? Bunlar, tarihte ilgili yanlış bildiğiniz birkaç örnektir. Hayatınız boyunca kaç tanesine inandınız bu “gerçeklerden”?
Napoleon Kısa Bir İnsan mıydı?
Napoleon Bonaparte’nin kısa olduğu söylenir. Ancak, gerçekte bize inandırıldığı kadar kısa değildi. Napoleon, Fransız Devrimi öncesi birimlere göre 5 fit 2 inç (1,57 metre) boyunda olsa da, Amerikan standartlarına göre yaklaşık olarak 5 fit 6 inç (1,67 metre) boyundaydı. Bu yüzden, “küçük adam kompleksi” ile tanımlanan bir askeri deha olarak Napoleon’un boyu hakkında yanlış bir algı bulunmaktadır.
İspanyol Gribi İspanya’da Ortaya Çıkmıştır
İspanyol Gribi’nin İspanya’da ortaya çıktığına dair yaygın bir yanlış kanı vardır. Fakat, İspanyol Gribi’nin kökeni kesin olarak belirlenememiştir ve başlangıç noktasıyla ilgili farklı teoriler bulunmaktadır. İsim olarak İspanyol Gribi olarak bilinmesinin sebebi, I. Dünya Savaşı sırasında İspanya’da haberlerin daha serbest daha hızlı bir şekilde yayınlanması ve diğer ülkelerdeki gazetelerin bu salgını haber yapmasıdır. Bu nedenle, bu salgın İspanya Gribi olarak adlandırılmış olsa da, salgının gerçek kökeni hala tam olarak açıklığa kavuşmamıştır.
Christopher Colombus, Kuzey Amerika’yı Keşfetti
Christopher Colombus’un Kuzey Amerika’yı keşfettiği şeklindeki yaygın inanış, gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Christopher Columbus, aslında Kuzey Amerika’yı hiçbir zaman keşfetmedi. Sadece Karayipler, Orta ve Güney Amerika’yı keşfetmiş ve hiçbir zaman Kuzey Amerika’ya ulaşmamıştır. Dahası, Avrupalıların Columbus’tan 500 yıl önce Kuzey Amerika’ya ulaştığına dair kanıtlar vardır ve bunlar Vikinglerdir.
Kolomb Zamanında İnsanlar Dünyanın Düz Olduğunu Düşündüler
Kolomb döneminde insanlar dünyanın düz olduğunu düşünüyordu. Bu, yaygın bir yanlış bilgidir. Antik çağlardan itibaren pek çok medeniyet, dünyanın yuvarlak olduğunu ve hatta çeşitli şekillerde ölçümler yaparak bu gerçeği keşfetmiştir. Örneğin, Mısırlılar, Yunan filozoflar ve Hint matematikçileri gibi birçok eski uygarlık, dünyanın yuvarlak olduğunu Kolomb’dan çok daha önce anlamıştır. Kolomb döneminde, dünyanın yuvarlak olduğu bilimsel bir gerçek olarak kabul ediliyordu ve seyahatlerini bu bilgiye dayanarak planlamıştı.
Vincent Van Gogh Kulağını Kesti
Ünlü ressam Vincent van Gogh hakkında bilinen en meşhur hikayelerden biri, kendi kulağını kesip onu bir Fransız kadına postaladığıdır. Bu olay, van Gogh’un en ünlü eserlerinden biri olan, bandajlı kulağıyla tasvir edildiği bir çalışmaya yol açmıştır.
Ancak, 2009 yılında, bir çift Alman sanat tarihçisi, “Sessizlik Anlaşması” adlı bir kitap buldular. Bu kitapta, Van Gogh’un yakın arkadaşı ve rakibi olan Paul Gauguin’in, Van Gogh’un kulak memesini bir kılıçla kestiğini itiraf ettiği yazıyordu. İkisi arasında bu olaydan sonra bir anlaşmazlık yaşandı ve konuyu gizli tutmaya karar verdiler. Gauguin, Van Gogh’u deli gibi göstermek için onu bir kadına postalama hikayesini uydurdu.
Kültür
İrlanda’da Neden Hiç Yılan Yok?
İrlanda’da hiçbir zaman yılan bulunmadı. Peki neden? Hawaii, İzlanda, Yeni Zelanda, Grönland veya Antarktika’da yerli yılanların olmamasıyla aynı sebepten dolayı.
Bir zamanlar, İrlanda ana kara parçasına bağlıydı. Ancak o zamanlar dünyada buzul çağı hakimdi ve soğukkanlı sürüngenler için yaşanılabilir bir ortam yoktu. Son buzul çağı yaklaşık 10.000 yıl önce sona erdiğinde, buzullar eriyerek İrlanda ile komşuları arasına megatonlarca su doldurdu. (Şuan ki İrlanda Denizi)
Yaban domuzları, vaşaklar ve boz ayılar gibi diğer hayvanlar, karşıya geçmeyi başardı – tek bir sürüngen de geçti: yılanbakan kertenkele. Ancak yılanlar, fırsatlarını kaçırdı.
Ülkenin yılanlardan arınmış ünü, yılan sahiplenmesini bir statü sembolü haline getirdi. Ve birçok insan evde yılan beslemeye başladı. Büyük evcil yılanların kaçtığı birçok olay raporlanmıştır. Şu ana kadar, hiçbir tür doğada yerleşmeyi başaramadı – bu da kendi başına küçük bir mucizedir.
Kültür
İngiliz Hükümdarlarının Taç Giyme Törenleri
Taç giyme törenleri, İngiliz monarşisi için en önemli ve dikkat çeken ritüellerden biridir. Bu, İngiliz hükümdarlarının halka tanıtıldığı ve resmi olarak tahta çıktığı törendir. Bu ritüelin merkezinde, İki taç yer alır, ancak neden hükümdarın başına iki farklı taç konduğu her zaman açık olmamıştır. Bu gelenek, İngiltere’nin tarihinde taç giyme törenleri ve taç giyme geleneklerine derinlemesine bakarak anlaşılabilir.
İngiliz Monarşisi ve Taç Giyme Gelenekleri
İngiliz monarşisinin tarihinde taçlar, hükümdarın kutsal ve laik otoritesini simgeler. Bu iki yön, bir hükümdarın yetkisini tam anlamıyla temsil etmek için birbirinden ayrılmaz ve taçların sembolizmi içinde önemli bir rol oynar. Kral Edward’ın taçı ve Kraliçe’nin taçı olmak üzere iki taç kullanılır. İlk taç olan Kral Edward’ın taçı, kutsal otoriteyi temsil ederken, Kraliçe’nin taçı laik veya dünyevi otoriteyi temsil eder.
Taç Giyme Töreni ve İki Taç
Taç giyme töreni, genellikle Westminster Abbey’de gerçekleşir ve İngiltere’nin tarihinde taç giyme törenleri, bir dizi tarihsel ritüel ve sembolü içerir. Kral ya da Kraliçe önce Kutsal yağ ile meshedilir, sonra Kral Edward’ın sandalyesine oturur. Ardından Kral Edward’ın taçı hükümdarın başına konur, bu aşama monarşinin kutsal otoritesini sembolize eder. Daha sonra, bu taç çıkarılır ve yerine Kraliçe’nin taçı konulur. Bu, hükümdarın dünyevi otoritesini temsil eder. Bu şekilde, iki taç ritüeli, hükümdarın hem kutsal hem de laik otoritesini sembolize eder.
Kutsal ve Dünyevi Otorite: İki Taçın Sembolizmi
İki taçın kullanılmasının kökeni, İngiliz monarşisinin tarihi ve monarşinin simgelediği yetkiyi ikiye bölen bir gelenekle ilgilidir. Kral Edward’ın taçı ile Kral veya Kraliçe’nin kutsal otoritesi kabul edilir. Bu taç, özellikle Kral Edward’ın hükümet zamanına kadar izlenebilen, Kutsal yağ ile kutsanmış bir hükümdarı simgeler.
Buna karşılık, Kraliçe’nin taçı Kral veya Kraliçe’nin dünyevi, yani hükümet otoritesini sembolize eder. Bu taç, hükümdarın halk üzerindeki otoritesini ve monarşinin devletin yönetimindeki rolünü simgeler.
İki Taçın Tarihi
İki taç geleneği, İngiltere’nin taç giyme tarihi boyunca devam etmiştir. Kraliçe Victoria’nın taç giyme töreninden itibaren, iki taçın kullanıldığı belgelenmiştir. Bu gelenek, Kral George ve son olarak Kraliçe Elizabeth’in taç giyme törenlerinde de devam etmiştir. Her iki taç da Britanya’nın kraliyet mücevherleri arasında önemli bir yere sahiptir ve İngiliz hükümdarları için kutsal ve laik otoritenin bir simgesi olmuştur.
Öyleyse, İngiliz hükümdarlarının taç giyme törenlerinde iki taç takmalarının nedeni, onların kutsal ve laik otoritelerini temsil etmek ve bu iki yönü ayırt etmektir. Bu, İngiliz monarşisinin tarihinde taç giyme törenlerinin önemli bir parçası olmuştur ve bu geleneğin, İngiltere’nin tarihinde taç giyme törenlerini ve taç giyme geleneklerini anlamak için önemli bir yere sahip olduğunu gösterir.
İngiliz Hükümdarları ve İki Taç Geleneği |
---|
Hükümdarın İki Taç Takmasının Sembolizmi: İngiliz hükümdarlarının taç giyme törenlerinde iki taç takmaları, kutsal ve laik otoritelerini sembolize eder. Kral Edward’ın taçı kutsal otoriteyi, Kraliçe’nin taçı ise dünyevi otoriteyi temsil eder. Bu, İngiliz monarşisinin tarihinde taç giyme törenlerinin önemli bir parçasıdır ve İngiltere’nin tarihinde taç giyme törenlerini ve taç giyme geleneklerini anlamak için önemli bir yere sahiptir. |
Kültür
Pirus Zaferi: Stratejik Bir Zafer mi, Yoksa Sinsi Bir Yenilgi mi?
Pirus zaferi, yıkıcı büyüklükte kayıplar pahasına kazanılan bir zaferdir. Kazanılan zaferin verilen kayıplardan sonra anlamsız hale gelmesini ifade eder.
Antik Yunan tarihinde, Pirus Zaferi olarak bilinen olay, askeri taktikler ve stratejiler konusunda yoğun bir etki bıraktı. Bu zafer, MÖ 3. yüzyılda Epir Kralı Pirus’un İtalya’ya yönelik bir seferinde kazandığı önemli bir zaferdir. Pirus, Makedon ordusuyla İtalya’ya geçerek Roma Cumhuriyeti ile çatışmaya girdi. Bu çatışmalar, Pirus’un askeri dehasının ve yenilikçi taktiklerini tarih kitaplarına yazdırdı.
Pirus Zaferi, MÖ 280 yılında gerçekleşti. Roma Cumhuriyeti, dönemin en güçlü devletlerinden biriydi ve yükselişine hız kesmeden devam ediyordu. Pirus’un ordusuyla çatışmaya giren Roma ordusu, büyük bir meydan okuma ile karşılaştı. Pirus, savaşlarda savaş filleri gibi o dönemde nadir görülen askeri unsurları kullanarak rakiplerini şaşırttı.
Pirus, savaşlarda fil kullanma stratejisini ustalıkla uyguladı. Savaş fili, düşman hatlarını delmek ve panik yaratmak için kullanılan etkileyici bir silahtı. Bu taktik, Pirus’un zaferinde belirleyici bir faktör haline geldi. Bununla birlikte, Pirus Zaferi sadece savaş fillerine dayanmıyordu. Pirus, ordusunun disiplinini ve eğitimini de önemseyerek askeri gücünü artırdı. Ve Pirus savaşı kazandı.
Ancak, Pirus Zaferi, kazanılan savaşın sonuçlarına bakıldığında bir zafer olarak anılsa da, stratejik açıdan bir zafer olarak kabul edilemez. Pirus, Roma Cumhuriyeti’ne karşı savaşı kazansa da, yüksek kayıplar ve maliyetlerle karşılaştı. Bu durum, “Pirus zaferi” teriminin ortaya çıkmasına yol açtı.
Pirus’un savaştan sonraki şu sözü tarihe geçti:
“Bir daha böyle bir zafer kazanırsam, askersiz Epirus’a döneceğim.”